10 Ağustos 2009 Pazartesi

Said Efendi'nin Taktiği

Osmanlı Padişahlarından II. Mahmud, “ telaş ” kelimesini “ talaş ” diye telaffuz edermiş. Lisana karşı bu kasda –bir hükümdardan da olsa- tahammül edemeyen rical (mevki sahibi kişiler) ve erkan (ileri gelenler) bunun düzeltilmesi için Müsahip Said Efendi’ye başvururlar. O da efendisini kızdırmadan meseleyi halletmeyi üzerine alır. Padişahın keyifli bir zamanında huzuruna girer ve endişeli ve yorgun bir çehre takınır. Hükümdar sorar:
- Ne var ne yok Said?
- Ah efendimiz başıma geleni sormayın! Kulunuzun babadan kalma bir fakirhanesi var. Başımızı soktuk, sayenizde geçinip gidiyoruz. Geçenlerde baktım, döşeme tahtaları çürümüş, merdiven basamakları değişmek istiyor. Bir gün dülger getirttik. Ortalık yonga, tahta parçası, talaş yığınlarıyla doldu. O gün aksi olacak, hanımım çamaşır yıkamaya kalktı. Nasıl oldu bilmem, mutfaktan bir kıvılcım sıçramış talaşlar parlayıvermiş.Bunu görünce kadının aklı başından gitmiş. Bir feryad koptu. Ne göreyim, bir yandan talaş yanıyor, bir yandan kadın telaş içinde... Söndürmeye çalıştık fakat kadının telaşı, talaşı söndürmeye vakit bırakmıyor ki... Talaş yanar, kadın telaş eder, “Telaş etme, talaştır yanar söner.” Dedikçe “ Talaşa telaş edilmez mi?” diye bağırıyor. Velhasıl talaş bir taraftan, telaş bir taraftan...Talaş bir yandan, telaş öbür yandan, talaş, telaş, talaş, telaş!...
II. Mahmud gülmüş ve sesini biraz yükselterek:
- Yeter artık Said, anladık işte!
(KAYNAK: Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri –Dursun Gürlek – Timaş Yay.– syf:254 )

Hiç yorum yok: